Nur Batur
Iste hayrani oldugum gazeteci.
Universitedeyken zaman zaman gerceklesen soylesilerden konferanslardan birinde izlemistim Nur Batur'u. Konferansta uc gazeteciydiler; Nur Batur, Cuneyt Ulsever ve ismini hatirlayamadigim ucuncu bir gazeteci. O zamana kadar hic duymamis oldugum Nur Batur'un anlattiklari cok etkilemisti beni. Aradan uzun zaman gecti. Konferansi unuttum gitti. Derken bir gun kitaplari incelerken Nur Batur'un bir kitabina rastladim. Kitabin ismi "Yurekten Gulerekten Yurudum"; Nazim Hikmet'in siirinden alinti yaparak kitabina verdigi isim. Cok dikkatimi cekti kitap ve tabi hemen aldim. Uzun zaman okuyamadim, baslayamadim. Tum konsantrasyonumu verebilecegim bos bir zaman ariyordum. Ve bulunca kitabi elimden birakamadim.
Ve iste karsinizda o cok etkilendigim yazarin o dopdolu kitabi.
'Atina'da bir Turk
Bir Gazeteci
Bir Kadin'
seklinde kapakta kisaca ozetlenmis kitabin konusu. Uzun yillar yaptigi gazetecilik sonrasi Nur Batur'un onune iki secenekli bir kariyer plani sunuluyor. Hurriyet'in Washington ya da Atina temsilcisi olmak. Kendisi de elbette stratejik acidan cok daha heyecanli olan Atina temsilciligini seciyor, hem de yalnizca bir ya da iki yil surecegini zannederek. Lakin evdeki hesap carsiya uymuyor ve her ani heyecanla gecen bir 'On Yillik Atina Macerasi' baslamis oluyor. Yunan halkinin her Turklere kizdiginda Nur Batur'u hedef almasindan tutun, sivil polislerce uzun sure istemeksizin tum hayatini birlikte gecirmek durumunda kalmasina kadar bircok ani, hikaye olusuyor bu on yillik sure zarfinda.
seklinde kapakta kisaca ozetlenmis kitabin konusu. Uzun yillar yaptigi gazetecilik sonrasi Nur Batur'un onune iki secenekli bir kariyer plani sunuluyor. Hurriyet'in Washington ya da Atina temsilcisi olmak. Kendisi de elbette stratejik acidan cok daha heyecanli olan Atina temsilciligini seciyor, hem de yalnizca bir ya da iki yil surecegini zannederek. Lakin evdeki hesap carsiya uymuyor ve her ani heyecanla gecen bir 'On Yillik Atina Macerasi' baslamis oluyor. Yunan halkinin her Turklere kizdiginda Nur Batur'u hedef almasindan tutun, sivil polislerce uzun sure istemeksizin tum hayatini birlikte gecirmek durumunda kalmasina kadar bircok ani, hikaye olusuyor bu on yillik sure zarfinda.
Cocugunu okul servisine mutemadiyen apartmanin girisinde bekleyen sivil polisle birlikte goturuyor, Kardak Krizine dair bizzat attigi manset dolayisiyla ortalik karisinca bir sure icin hedef tahtasi oluveriyor. Zamanla o Yunanistan'i Yunanistan onu kabulleniyor ve daha olumlu yaklasimlara da maruz kaldigi elbette oluyor. Kendisiyle uzun soylesiler yapiliyor, Washington'u degil Atina'yi secti seklinde takdir dolu basliklar atiliyor...
Kitap duzenli bir sekilde adim adim ve kronolojik bir sira baz alinarak yazilmis degil. Muhtemelen Basak burcu olanlar kitabin karmasik anlatimini biraz kafa karistirici bulabilirler. Halbuki Turk Yunan iliskilerinin bunyesinde barindirdigi ezeli 'antipati ve sempati'nin baslangici olmadigi gibi kitap da benzer sekilde sistematik bir bazla ilerlememektedir. Dolayisiyla, kitabin akisi da kesinlikle sistematik sayilabilecek bi gidisat sergilemiyor. Birbiriyle baglantili konular arasinda gidip geliyor zaman zaman. Dili akici ve enteresan ve trajikomik olaylarin bir demeti halinde okuyucuya sunuldugu icin de son derece hizli okunuyor.
Sonradan sonraya bu cok sevdigim gazeteciyle ilgili internette dolasirken de basarili bir roportajina rastladim, bir kismini yayinlamak istedim.
Gazete Bilkent’in Politika Editörü Ümran Şatana’nın Sabah Gazetesi İç ve Dış Haberleri yazarı Sayın Nur Batur ile gerçekleştirmiş olduğu söyleşi aşağıdadır…
Şatana: Türkiye gibi gündemi devamlı değişen bir ülkede gazeteci olmak zor mu ?
Batur: Gazeteciliğe 1976 yılında başladım. Hem 1980 askeri darbesi öncesindeki kanlı siyasi kavgayı hem askeri darbeyi hem de ardından yaşananları da gazeteci olarak yakından izledim Tabii daha sonraki askeri müdahaleleri ve tüm siyasi kavgaları da !
Gazetecilik o günlerde de zordu. Bugün de çok zor!
Geçmişte de düşünceleri yüzünden hapse atılan gazeteciler oldu. Demokrasimizin geliştiğini düşündüğümüz 21. yüzyıl Türkiye’sinde de hala hapiste gazeteciler var.
Değerli meslekdaşlarım Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener ve hapiste olan tüm meslekdaşlarımın bir an önce aramıza dönmesini bekliyoruz. Ve artık fikirlerinden dolayı kimsenin hapse atılmayacağı bir Türkiye’de gazetecilik yapmayı hayal ediyorum.
Şatana : Ya kadın gazeteci olmak ? Daha mı zor ?
Batur: Ben kendimi hiçbir zaman kadın gazeteci diye tanımlamadım. Yetiştirilirken de çağdaş Türk toplumunda yeri ve fikri olan birey olduğum bilinciyle yetiştirildim. Bu nedenle gazeteciliğe başladıktan sonra hiçbir zaman kendimi “ Kadın gazeteci “ olarak görmedim ve nitelendirmedim. İster erkek isterse kadın olsun biz gazeteciyiz!
Mesleğe başladığım yıllarda da böyle bir ayrım ya da bakış yoktu zaten.Önemli olan temel ilkeler doğrultusunda eşit koşullarda gazetecilik yapmaktı. Bu nedenle her görevi eşit koşullarda izledik.

Meslek hayatım boyunca hep bu bakışımı korudum. Ambargo altında Tarık Aziz’le görüşmek için bin kilometrelik çöl yolunu jiple de geçtim.Benazir Butto’yla görüşmek için 18 saat boyunca köy köy seçim kampanyasını izledim. Beyrut’ta Yaser Arafat’la görüşmek için Filistinli gerillalarla sabaha karşı Arafat’ın kaldığı yere de gittim.Barzani’yle Erbil’de görüştükten sonra Peşmergeler ve Türk korumalarla birlikte Musul’a kara yoluyla geçtim..
Bir Türk gazeteci için en zor görevlerden biri olan Atina’da 10 yıl Hürriyet’in Temsilciliğini de yaptım. Bunları yaparken sadece gazeteciydim.
Şatana: Bütün bunlar büyük risk taşımıyor muydu ? Korkmadınız mı ?
Batur : Gazetecilik rekabete dayanan bir meslektir. Farklı işler yapmak için mutlaka risk almanız gerekir. Ama yapacağınız işi iyi organize ederseniz riskleri de azaltırsınız. Ben aldığım her riski çok iyi hesapladım. Örneğin 1991’de Benazir Butto’yla görüşmeye giderken kocası Asaf Zardari’nin en yakın arkadaşıyla birlikteydim. Bir anlamda onun koruması altındaydım. Benazir’i 18 saat boyunca köy köy izledikten sonra Nawabsah diye hayatımda adını bile duymadığım küçük bir şehirde sabaha karşı görüşme yapmayı başka türlü gerçekleştiremezdim zaten..
Mesut Barzani’yle görüştükten sonra Erbil’den Musul’a geçmek de riskti.. Ama Barzani’nin korumaları beni sınıra kadar getirdi. Sınırda ise Musul Başkonsolosumuz Hüseyin Avni Botsalı zırhlı panzerler ve özel timi göndererek güvenliğimi sağladı.
Şatana: Kadın gazeteci olmanın zorluğunu hiç yaşamadınız mı ?
Batur : Evet yaşadım ama daha sonraki yıllarda!!Yönetici kadrolarına gelmeye başlayınca sorun ortaya çıktı. Kadın gazeteci olmanın zorluğunu ilk kez Hürriyet Gazetesinin Ankara Temsilcisi olduğum zaman yaşadım.
Şatana : Neden ?
Batur : Hürriyet Gazetesinin ilk ve tek Kadın Ankara temsilcisi oldum. Bu Hürriyet için bir devrimdi adeta.. Ne yazık ki Türk toplumu ve medyası hala kadın yöneticiyi kabullenmek istemiyor. Erkek yönetici küfür de etse, hakaret de etse kabul ediyorlar Küfür eden, hakaret eden erkek yöneticileri gazeteciler sevmiyorlar ama korkuluyor. Küfür edip, çalışanlara hakaret eden Kadın yönetici yok gibi.. Kadın yönetici rica ettiği zaman nedense bunu zaafı olarak görüyorlar. Yöneticiliğim süresinde kimseye hakaret etmedim.Gazetenin işleyişi açısından da bazı şeyleri düzeltmek istedim. Yaptığım uyarıların haklılığının daha sonra ortaya çıktığını görüyorum.


Aslında Yönetici kademelerde zorlukla karşılaşan sadece ben değilim. Benim gibi yönetici kademesine gelen bazı değerli kadın meslekdaşımın da benzer zorluklarla karşılaştığını biliyorum. Yani eski yönetici tipini hala yaşatmaya çalışan garip bir çelişki yaşıyoruz basın dünyasında..
Kadının karar verme mekanizmalarında olmasını Türk medyası da toplumumuz ne hala hazmedemiyor. Kadınlar için bir cam tavan var. Ama Kadınlar sadece medyada değil,siyasette, bürokraside ve iş dünyasında cam tavanı kırmaya başladı. Ben Türk siyasetinde olduğu gibi medyada da değişimin kaçınılmaz olduğu kanısındayım.
Şatana: Sizi gazeteciliğe iten unsurlar nelerdir?
Batur: Siyasetin içinde olan bir ailede büyüdüm. Cumhuriyet’in ilk kuşağı idealist bir anne-babanın çocuğuyum. Dedem İzmir’de yıllarca Ağır Ceza hakimiydi. 2.Dünya Savaşı sırasında 6 çocuğunu da İstanbul’a üniversiteye gönderecek kadar aydındı Annem Diş Doktorudur..Babam Kore gazisi Dünyaya açık demokrat ve liberal bir subaydı.Sürekli okurdu. Annem ve babam bize iyi eğitim vermeye ve dünyaya açık olmamızı sağlamaya çalıştılar. Kız kardeşim ve benim meslek seçimimizde bize yol gösterdikler. Kardeşim Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu ve diplomatlığı seçti . Ben de gazeteciliğin karakterime çok daha uygun olduğunu gördüm. . Zaten evde de hep Türkiye’yi, dünyayı konuşurduk.
Şatana : Gazetecilikte başarıyı nasıl yakaladınız ?
Batur : Gazeteciliğin bence 6 altın anahtarı var.. Doğru ve kapsamlı bilgi, güvenilir olmak , disiplinli çalışmak ,heyecan, cesaret ve farklı bakış!! Ben bu ilkelere hep sadık kalmaya çalıştım.. 5 altın ilkeye uyup olaylara farklı bakamazsanız da olmuyor. Gazetecilikte kimsenin görmediği görmeniz gerekiyor.
Şatana : Nasıl ?
Batur : Birkaç örnek vereyim. Mesleğin ilk yıllarında havaalanında yapılan karşılama törenlerini çok izledim. Bir gün İran Cumhurbaşkanı geldi. Klasik karşılama töreni için herşey hazırdı. Bütün gazeteciler yakında izlemek için tören alanına en yakın yerde bekliyorlardı. Ben ise büyük fotoğrafı görmek için olayları genellikle uzaktan izlemeyi tercih ederim. O gün de uzaktan izliyordum. Bir ara Şeref Salonunun yanında protokol görevlilerinin İranlı diplomatlarla tartıştığını görünce “ Neler oluyor ? “ diye sordum. İranlılar Cumhurbaşkanları için apronda dana kurban etmek istemişler. Protokol izin vermemiş. Ancak Şeref salonunun arkasında kesmelerine izin vermişler..
O gün diğer gazeteciler havalanında yaşanan bu olayı hiç fark etmedi. Olayı ertesi gün Milliyet gazetesinin manşetinden okuyunca şok oldular. Gazeteciliğin en büyük ödülü atlatmaktır. Ben de herkesi klasik bir karşılama törenini izlerken atlatmıştım..
Gazetecilik açısından beni heyecanlandıran bir başka atlatma röportajı da yine havaalanında yaptım.. Benazir Başbakan olduğu zaman Ankara’ya geldi. Tabii o tüm gazeteciler Benazir’in peşindeydi ama Benazir’le özel röportaj yapmanın neredeyse imkansız olduğunu baştan beri belliydi. Ben de Benazir yerine havaalanında bir köşede töreni izleyen kocası Asef Zardari’nin yanına gidip röportaj yapmayı teklif ettim. Kabul etti. Yaptığım röportaj ertesi gün o zaman çalıştığım Milliyet gazetesinde “ Benazir’in kocası olmak zor “ başlığıyla manşet oldu ve sansasyon yarattı.

Zardari’yle o gün kurduğum dostluk 10 ay sonra Benazir’le seçim kampanyası sırasında yaptığım ve sansayon yaratan ilk röportajımın da bana yolunu açtı. Yıllar sonra Benazir suikastte öldürülünce 1991’de Milliyet’te yayınlanan ilk röportajımı bulup yeniden okudum. Röportajı manşetten “ Beni Öldürecekler “ diye vermişiz.Okuyunca ben bile şaşırdım.
Şatana: Gazetecilik idealiniz miydi ?
Batur: Evet..Ankara Koleji yıllarımdan itibaren! Kolejden sonra kazandığım farklı alanlardaki üniversitelere girmedim.İkinci yıl Gazeteciliği kazanıp İstanbul’a gittim.Daha sonra ailem Ankara’da olduğu için Gazi İletişim’e naklettim.Mezun olduktan sonra nerede başlayacağımı bilemiyordum. Önce Birleşmiş Milletlerin Türkiye temsilciliğine girdim. 1975 yılında 3 bin lira maaş alıyordum. Bu çok iyi paraydı. Ama ben gazeteci olmak istiyordum. Anadolu Ajansı sınav açınca girip kazandım ve BM’den aldığımın üçte biri maaşla gazeteciliğe başladım. Tabii ondan sonraki aşamalarda insan hep küçük ve büyük hedefler peşinden koşuyor. 8 aylık acemi gazetecilik döneminden sonra siyasete olan yakın ilgim dolayısıyla beni parlamentoya gönderdiler. Parlamentoda 3 yılım geçti. Parlamento her gazeteci için master ya da doktora yapmak gibi bir şeydir. Bu dönemde devleti,devletin çarklarının nasıl işlediğini ,siyasetin dengelerini öğrenirsiniz. 3 yılın sonunda dış politika alanına kaydım. Meslek hayatım boyunca hep hedeflerim oldu. Hep “bundan sonra ne yapabilirim “ diye düşündüm. Eğer bir işi severek yapıyorsanız ve heyecan duyuyorsanız o zaman başarıyı yakalama şansınız artıyor.
Şatana: Dünyaya açılmanızı sağlayan ne oldu ?
Batur : Tabii öncelikle dış politika alanına kaymam oldu. Böylece Türk dış politikasını, Türkiye’nin dünya dengelerindeki yerini, dış politikanın iç siyasete etkilerini gördüm. Daha sonra da Birleşmiş Milletlerden aldığım burs beni daha fazla dğnyaya açtı..
BM Dag Hammorjold bursunu Türkiye’den ilk ve galiba da son alan gazeteciyim. Yaklaşık 6 ay Newyork’da BM Genel Kurulu ve Güvenlik konseyini izleyip haber yapmak ve daha sonra da yine bursla Amerika turu ve büyük Amerikan gazetelerinde yaptığım görüşmeler bana dünyayı açtı. Newyork’dan döndüğüm zaman artık Türkiye’ye ve dünyaya farklı bakmaya başlamıştım.. Tabii daha sonra da diplomasi alanında çalıştığım için dünyaya daha geniş pencereden bakma imkanım oldu.
Şatana: Kitabınızı okuyanlar Benazir Butto’yla olan arkadaşlığınızı biliyor. Bize Benazir Butto’yu biraz anlatır mısınız? Herhalde çok gözü karaydı değil mi ?

Batur: Bence Benazir Butto’nun hayatını Pakistan’ın siyasi tarihinden ayırmaya imkân yok. Benazir’in Başbakan olan babası askeri darbeyle devrilip idam edilemiş olsaydı belki de hiç siyasete bulaşmayacaktı. Bir söyleşimiz sırasında siyasete istemeyecek girdiğini söyledi bana..
Bir söz var;“Olaylar mı insanları yaratıyor, yoksa insanlar mı olayları şekillendiriyor.” diye.. Galiba ikisi de birbirini etkiliyor ..
Bazen olaylar insanları yaratıyor.. Bazen de insanlar olayları şekillendiriyor. Benazir için de böyle..Kitapta da anlattım .Benazir Pakistan’ın zengin bir ailesinin kızı.. Babası toprak ağası! Pakistan’lı tüm zengin ailelerde olduğu gibi Zülfikar Ali Butto da İngiltere’de okuduktan sonra siyasete giriyor. Karizmatik bir lider. Süratle Başbakanlığa tırmanıyor ama askeri darbeyle devriliyor. Benazir babası devrilinceye kadar siyasetle ilgisi olmadığını anlatmıştı bana.. Ama babası idam edildikten sonra siyasete sürükleniyor.. Siyasete giren erkek kardeşi de öldürülünce Benazir için siyasi müdadeleyi sürdürmekten başka yol kalmıyor.
Şatana: Benazir Butto’yla ilk röportajı nasıl yaptınız ?
Batur : Zardari’yle Ankara’daki görüşmemizden 10 ay sonra Benazir Başbakanlıktan devrildi. Zardari de hapisteydi Yardımcılarını aradım. Mesajımı ilettiler ve kısa süre sonra Benazir’in görüşmeyi kabul ettiğini bildirdiler. Hemen Karaçi’ye uçtum ama Benazir seçim kampanyası için ayrılmış. Hemen ilk uçağa atlayıp hayatımda adını bile duymadığım Nawabsah’a uçtum. Havaalanında beni Zardari’nin toprak ağası olan arkadaşı Muhammed bekliyordu. Onunla birlikte Benazir’i 18 saat süren bir seçim kampanyasında izledik. Köy köy dolaşarak sabaha karşı 2 de Navahşah’a geldik. Müthiş bir kalabalık bekliyordu. Benazir kalabalığa hitap etmeye başlayınca tek kelime anlamadığım karizmatik bir lider olduğunu gördüm.Cesurdu.Doğuştan liderlik vasfı vardı.Gözü karaydı.Askeri yönetime meydan okuyordu. Öldürülmekten korkmuyordu.
Şatana: Benazir’le öldürülmeden önce de son kapsamlı röportajı yaptınız. Öldürülmekten korkmuyor muydu ?
Batur : Son röportajı Dubai’de yaptık. Hayatı, çoçuklarını, babasını, İslamı ve türbanı konuştuk. “ Öldürülmekten korkmuyor musun ? diye de sordum. Bana “ Babamın öldüğü yaştayım. Günü gelir ölürüz “dedi. Ölüm tehlikesi altında olduğunu çok iyi biliyordu ama dönüşü olmayan bir yola babası idam edildiği gün girmişti. Bence bir efsane olmayı tercih etti. Cesur bir liderdi.
Şatana: Bir kadın ve her şeyden önemlisi bir anne olarak gazeteciliğin zorlukları nelerdir?
Batur: Evet hem annelik hem de gazetecilik kolay değil ama çalışan annelerin hepsi benzer zorluklar yaşıyor .Gazetecilikte biraz daha zor.. Bazen önceliğim ister istemez gazete oldu ama yine de çoçuklarıma hep zaman ayırdım. Bazen bir elimde telefon Dışişleri Bakanıyla konuşurken diğer telefonda evde çoçuklara bakan yardımcıma talimat verdiğimi hatırlıyorum.En zor dönem ise Kanal D’de hem program yapıp sunduğum hem de Temsilcilik yaptığım dönemdi. 24 saat yetmiyordu, Şöför kapıda beklerken çocuğun öğretmeniyle görüşüp ardından canlı yayına koşuyordum. Tabii burada eşimin bana verdiği büyük destek gerçekten önemliydi. Çocuklara baktı, benim olmadığım zaman evle ve çoçuklarla ilgilendi ama her şeye rağmen bütün organizasyon benim üstümdeydi.
Şatana: Böylesine zorluklar yaşadıktan sonra gazeteciliği bize de tavsiye ediyor musunuz ?
Batur :Gazetecilik özellikle ilk beş yıl hem maddi hem manevi açıdan çok büyük fedakarlıklar gerektiren bir meslek! Cumartesi tatilimiz yok. Haftada bir gün izin yapıyoruz, Çoğunlukla yılda 10 günden daha fazla da izin alamıyoruz. Bazen çoçuklarımı ve kendi hayatımı ihmal ettiğimi düşünüp üzüldüğüm oldu. Ama zorluklarına rağmen çok keyifli, çok güzel bir meslek!! Zaten yıllar geçtikçe gazetecilik bir yaşam biçimi oluyor. Gazeteciliğe böyle bakarsanız tabii ki tavsiye ediyorum.
Roportajin tamamini okumak isteyenler asagidaki linkten okuyabilirler.
http://www.gazetebilkent.com/2011/03/28/sabah-gazeteci-yazari-nur-batur-ile-soylesi/
Ve kitabin basligini tespit ederken ilham alinan Nazim Hikmet siiri;
YÜRÜMEK
Yürümek;
Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi karanlığın gözüne bakarak
yürümek !....
Yürümek;
dost omuz başlarını
omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
yürümek !...
Yürümek ;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek......
Aralık 1935 Nazım Hikmet
Roportaj
Cited By
http://www.gazetebilkent.com/2011/03/28/sabah-gazeteci-yazari-nur-batur-ile-soylesi/
Roportaj
Cited By
http://www.gazetebilkent.com/2011/03/28/sabah-gazeteci-yazari-nur-batur-ile-soylesi/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.